7 Eylül 2012 Cuma

Babamın "baba" olduğunu anladığım an....

Sıcak bunaltıyordu 1994 yılının baharında, henüz yaz gelmemişken, henüz vantilatör kurmayı düşünmüyorken oturma odalarına; geceleri uyumakta zorlanan ben, kendini hissettirmeye başlayan sıcaklar ve burnumdaki geniz eti sebebiyle daha bir nefes daralması daha bir buhran yaşıyordum o günlerde...

Orta okulumun en yaman dönemi; yaman çünkü bir yandan okulda oynayacağımız tiyatro(ki başroldeydim) diğer yandan da sınıf arkadaşım Cihan'la giriştiğim takdir - teşekkür yarışı beni iyiden iyiye bunaltmış, patlatma noktasına getirmişti...
Günlerce süren provalar, okulun konferans salonunda yankılanan seslere, derslerimdeki başarılı gidişat istemeden de olan ihmalime kurban gitmeye karıştı karışacak bir haldeydi...
Ve ben tüm bunların ortasında zihnimin en açık dönemlerini yaşarken adeta dünyanın merkezindeydim...Bir çok insan geliyor gidiyor karşıma, bir çok insan arkamdan konuşuyor('torpilli bu, tiyatro oyunu ayağına paso derslerden kaçıyor ve hiç bir öğretmen yoklama almıyor bundan' diye), bir sürü insan da bana manevi destek veriyor...
Tüm bu hengamenin ortasında gün sonunda eve geldiğimde açlıktan ölmüş bitap düşmüş olarak dolabın başında buluyordum kendimi...Keza o kadar popüler olmama karşılık cebimde beş kuruş olmadan günlerimi geçiriyorum, kuliste ağlayan palyaço misali gözyaşlarımı gece yattığım yastığa saklıyordum, serde güçlü olmak ve herşeyin üstesinden gelmek vardı bir kere...

Gözümün hiç birşey göremediği o günlerde kafamı kaldırıp okulun koridorundaki panoya bakışım ve panodaki "askeri liselere giriş sınavı için acele edin, son başvuru tarihi 15 nisan" ilanını görüşüm enteresan bir noktadır bu döngü içinde...
Bir anda hep özendiğim subay veya doktor kıyafetine bir ucundan girme fırsatının ayağıma geldiğini düşündüm ve heyecanlanıp o heyecanla müdürün odasına yöneldim...
Gerekli bilgi ve belgeleri aldıktan sonra postane yoluyla yapılacak başvuru için gittiğim postanede o günün fahiş fiyatı olan bir posta/pul bedeli olduğunu öğrenip kıçıma baka baka eve döndüğümü hatırlıyorum...
Günlerce tek kelime konuşmadım bizimkilerle...Onlarda benle..Yoğun olduğum için ses çıkarmıyorlardı bu durgunluğuma, zaten babamla aramızda yıllardır bir soğukluk bir uzaklık vardı, böyle zamanlarda benim için "beter ol" dediğini hissediyordum...Zevk alıyordu eminim bu halimden...

Sürenin bitmesine bir hafta kala Almanya'daki amcamdan bir mektup geldi eve...
‘Her yıl olduğu gibi yazın gelecek vik vik kafa şişirip, övünüp gidecek, onun haberini veriyor herhalde’ dediğim mektupta amcam, benim askeri sınavlara girişim için gerekli olan tüm bedelleri iki gün içinde babamın hesabına yatırabileceğini belirtmiş ve otobüs paramıza kadar(Bursa Işıklar Askeri Lisesi'ne giriş sınavıydı benimkisi) tüm masrafı ayarladığını yazmıştı...
Ev halkı bayram ettik adeta, bense okuldaki parlak durumuma bakıp kesin subay olurum düşüncesiyle heyecan ve mutlulukla yatmaya gittim ama uyuyamıyordum...Dediğim gibi burnumdaki geniz eti nefes darlığı yapıyor, sıcak bunaltıyor ve şimdi üstüne de sınav heyecanı eklenmiş beni iyice strese sokmuştu..

Okuldaki tiyatro faaliyetimiz sorunsuz bir şekilde yürümüş, plaket, kitap ve türlü hediyelerle yıl sonunu getirmiştim. gerçi son senemde takdiri bir puanla kaçırıp teşekkür almış ve Cihan'a sevinme payı vermiştim ama olsundu, 'nasıl olsa buralardan gideceğim artık, şu sınavı vereyim hayırlısıyla, o zaman hayat bana her türlü takdiri zaten verir' diyor; yavaş yavaş, erken kalk erken yat, spor yap, yemeğine dikkat et gibi askerlik elzemlerine uymaya çalışıyordum...

Sınava babamla gidecektim...Plan şuydu;
Samsun - Bursa otobüsü ile sınav sabahı Işıklar Askeri Lisesi'nde önce kayda, öğleden sonra da ilk spor - kondüsyon imtihanına gireceğim, geceyi babamla bir otelde geçirecek, diğer gün de yazılı sınava girerek gecesinde Eskişehir'e halamların yanına geçecek sonuçları oradan alıp(halam Eskişehir'de Askeri Hava Hastane'sinde memurdu) Samsun'a dönecektik...


Okulların kapanmasından yaklaşık bir ay sonra cevap mektubu ve davet kağıdı geldiğinde bizde son hazırlığımızı tamamladık, babam amcamın yolladığı parayı bankadan çekti, Ulusoy'dan biletlerimizi aldı ve akşam yirmi otobüsüyle Bursa'ya yola çıktık...Babam otobüste sigara üstüne sigara içerek ciğerlerimi mahvediyordu ama umrunda değildi...O bunu tatil olarak görüyordu, bense hayatımın dönüm noktasına çok başka düşler eşliğinde bakmaya çalışıyor, düşüncelerimin arasında kayboluyordum...Ölüm kalım bu demekti sanki...
Yol uzundu, yolculuk sıkıcı...ve bitti...İşte saat sabahın altısıydı, Bursa'daydık...1994 yılının temmuz ayının sıcağında, zihnimdeki terlemeler ve heyecanlar eşliğinde otobüsten indik..Uykusuzdum ve sessiz, ama yorgunluktan değil bu sessizliğim; babamla aram iyi değildi hiç ondan konuşmuyordum işte...

Kısa bir soruşturma ile otogardan liseye nasıl gideceğimizi öğrendik ve biraz koşturmaca biraz yorulmacayla liseye vardık...
Türk Sanat - Mimari Tarihi'nin en görkemli yapılarından olan bu okul bizi olanca asil duruşu, ciddi bakışlarıyla bir güzel süzdü ve ağaçlıklı yoldan bizi içeriye buyur etti...

Gün sınav günü, benim için tarihi bir gün...Babam hariç oraya gelen diğer tüm aileler içinde tarihi bir gündü eminim... Hepsi piknik malzemeleriyle gelmiş, tribünlerdeki yerlerini almışlar, sabahın o saatinde spor sınavını beklemeye koyulmuşlardı..
O an geldi ve babam yanımdan ayrılıp "haydi iyi şanslar" dileyip tribüne gitti...
Yalnız kaldım, bir başıma...
Elimde başvuru ve davet kağıtları, koyun gibi ordan oraya imzalatıp heyecanımı yenmeyi düşünüyordum...

Erken geldiğimiz için ilk yirmi içindeki kaydı yapılanların arasındaki yerimi alıp sıraya girdim, kaydımı yaptırdım, evraklarımı teslim ettim ve soyundum bekliyorum...

Vücutta bir eksiklik var mı diye bakıyor bize bir rütbeli, bir diğeri "ağzını aç" derken, bir başkası "çömelin kalkın", bir tanesi de"ayaklarınızı bir bot genişliğinde olacak şekilkde açın bakalım" dedi...
İlk yirmi kişi yanyana ve sadece külotla sıradaydık.Sanki mezbahane gibiydi, sırası gelen gidiyor...….

Önüne sıralandığımız duvarın tam karşısında sekiz kişiden oluşan seçici kurul oturmuş bir dosyalara bir bize bakıyorl, notlar alıp kulaktan kulağa konuşuyor ve "poker suratı" ifadesiyle hiç bir şey belli etmiyorlardı..İşte en gerildiğim an bu andı, çünkü az önce burnumdaki eti ve dolaysıyla burnumun yamukluğunu farketmeyen rütbeli bu sefer masaya oturmuş yedi kişiyle beraber bizleri tam karşıdan iyice süzüyor ve burnumda tam karşıdan bakılınca "kör müsün, yamuğum ben" diye bas bas bağırıyordu...

Üç beş dakika derken bu dakikalar uzamaya, sinirim bozulmaya ve tüm masanın gözleri de burnuma odaklanmaya başladı...
Sağımdaki ve solumdaki çocuklar birer ikişer spor salonuna gitmeye başladıklarında bende tam gitmeye yeltenmiştim ki masadaki kadın subay bana, "hey hey sen kal, biraz bekle" dedi.......

Benim için gün bitmiş, güneş batmıştı...Ürperdim, korktum, yaşına göre uzun boylu olan ben birden küçücük kaldım sanki...
Masadan kalkıp yanıma gelen bir rütbeli adam "az gel bakalım, masaya yaklaş" deyip koluma girip masaya yanaştırdı ve o anda diğer rütbelilerle birlikte homur homur konuşup "bu burunla olmaz, yamuk, nefes darlığı vardır, deviasyon mu o, şekil bozuk" gibisinden arı vızıltısına benzer seslerle kararlarını aldılar.İçlerinden biri beni kenara çekti ve aramızda şu diyalog geçti;

-Ee ismin neydi aslanım?
-Berati Titiz efendim ismim..
-Hımm…..Şimdi bak, burada vücut bütünlüğü bizim için ilk kriter.Şekil bozukuluğunu hiçbir şekilde kabul etmiyor askeriye ve seninde burnun yapı itibariyle uygun değil...
-Hı hı hı hı..İyi de, ben topçu olsam mesela, topu burnumla mı kullanacağım?
-Heh he, değil tabi ama seni eledik..Prosedür böyle.Haydi bakalım, üstünü giy, kendine iyi bak....

Dedi ve ayrıldı yanımdan...

Yıkıldım..Tek kelime, yıkıldım...Ağlamaya başladım, gözlerim patlamak üzereydi...Çok kötüydüm, çok kötü bir durumdu bu..Ne yapsam da acımı, üzüntümü dindirsem bilemedim...Çocukluk hayallerimden biri ve belki de en önemlisi darmadağındı.

Aklıma babama koşup sarılmak geldi ve üstümü giyer giymez tribüne, babamın yanına koştum; ağlayarak, sarılarak babamla konuşuyor dert yanıyordum...Babamın yüzüne bakamadım o esnada...Çünkü baksam da sallamayan bir ifadeyle bana bakacak ve sinirlerim iyice zıplayacak sanıyordum ki kafamı kollarının arasından kaldırıp yüzüne baktığımda o koca adamın gözlerinin dolduğunu gördüm...
"Bu fikir benimdi, amcandan ben para istedim, senin kayıt işlerini annenle beraber yaptık, kusura bakma" dediğinde dolan gözlerini gizlemek çabasıyla kafasını geriye çevirişini acıyla izledim...

Hakkında kafamda türlü hinlikler kurduğum adam, yani “babam” o cümlesini söylemek yerine beni öldürseydi daha iyiydi...

Utançla karışık yıkılmış hislerimle kala kaldım zaman içinde; dakikalar geçmek bilmedi sanki.Sanki doğduğumdan beri o tribünde oturuyormuşum gibi geldi bana; zaman dondu denir ya hah işte o tarif buydu…

Hayatımda ilk ve tek o zaman babamın "baba" olduğunu anlamıştım...Bir tek o zaman babamla karşılıklı ağlamıştım...Bir tek o zaman babamın yanında çocuk, babamda benim yanımda baba olmuştu...


Toprağı bol olsun...